Kente yayılan bitkiler: Sokak otları – Yasemin Ülgen (Turkish)
- Yazar Yasemin Ülgen
- Tarih 13.10.2018
- Yayın Yeşil Gazete
- PDF İndir
Yaşamın var oluş izlerini, sokak bitkileri üzerinden gözlemleyen sanatçı Kerem Ozan Bayraktar’la bu bitkiler hakkındaki notlarını paylaştığı Instagram hesabı “Sokak Otları” hakkında konuştuk.
Yasemin Ülgen: Instagram’da açtığın bir hesapla şehrin içinde pek de fark etmediğimiz bitkilerin hikâyelerini paylaşıyorsun. Özellikle İstanbul gibi bir metropolde birçoğu “istilacı” olarak tanımlanan bu bitkilerin izini sürme fikri nasıl çıktı ortaya?
Kerem Ozan Bayraktar: Uzun süredir dinamik sistemlere ilgi duyuyorum. Bu ilgi daha sonra okuma gruplarıyla evrime, karmaşıklığa ve rastlantıya yöneldi. Örneğin, geçtiğimiz yıl Sergen Şehitoğlu ile beraber “Yaşam nedir” sorunsalından kalkınan “Rastlantı ve Zorunluluk” isimli bir sergi yaptık.
Bu meseleler sizi ister istemez içerik açısından olmasa bile yöntem olarak ekolojiye götürüyor. Bitkilerle hep haşır neşirdim ama bu ilgi süs bitkileriyle sınırlıydı. Yine geçtiğimiz yıl, Devabil Kara‘nın önerisiyle “Ot” isimli bir sergi düzenledik. O sergi için düşünürken bu alanda uzun soluklu bir çalışma yapmaya karar verdim. Elif Çelebi ve Tayfun Erdoğmuş gibi doğa ve örüntü üzerine kafa yoran sanatçılarla diyaloglarımızın da çok etkisi oldu bu süreçte.
Sonuç olarak ilgi alanlarım, akademik ve sanatsal çalışmalarım ve çevremdeki insanlarla birlikte bu proje kendiliğinden doğdu. Geçmiş yıllarda çektiğim fotoğrafları tarayarak, bu hangi bitkiymiş, neden burada büyüyor gibi sorularla başladım. Bitkileri tanırken, çevreyle ilişkilerini kavramayı ilk sıraya koydum. Henüz hâlâ işin başındayım ve nasıl şekil alacağını ben de bilmiyorum. Küçük notlarımı Instagram’da paylaşarak bir yerden kamusallaştırmak istedim.
Yasemin Ülgen: Bahsettiğin dinamik sistemler, evrim, karmaşıklık, rastlantı ya da canlılık ve materyal ilişkisi üzerine çalıştığın ve kafa yorduğun kavramlar. Peki bunları sanatsal üretimlerinle nasıl ilişkilendiriyorsun, biraz daha açabilir misin?
Kerem Ozan Bayraktar: Dinamik sistemler şehirler ya da hücreler gibi zamanla değişen, çevreleriyle sürekli bir enerji ve madde alışverişinde bulunan, kısaca “yaşayan” sistemler. Bu türden örgütlenmelerin gelecekte nasıl davranacağını önceden bilemiyoruz, bu yüzden istatistik bilimini kullanıyoruz.
Gezegen hareketleri gibi bize göre büyük ölçekteki olaylarda bunu görmek güç ama örneğin kanser hücrelerinin yayılımı ya da hava olaylarında bu durumu gözlemleyebiliyoruz. Biliyoruz ki, hava durumu söz konusu olduğunda cihazlarımız ne kadar hassas olursa olsun her zaman tahminin yanılma olasılığı var. Bu noktada karmaşıklık bilimi, çok fazla sayıdaki küçük etkileşimlerin, büyük ve tahmin edilemez olaylara bağlı olduğunu söylüyor.
Tüm bu küçük taşlara tek tek bakarak büyük mozaik tabloyu görmek mümkün değil. Bu yüzden belirli durumlarda sistemin bir bütün olarak nasıl davrandığını anlamaya çalışmak gerekiyor.
Yasemin Ülgen: Geçtiğimiz Nisan ayında Sergen Şehitoğlu’yla yaptığınız “Rastlantı ve Zorunluluk” sergisinde de bu ilişki ve davranış biçimlerine odaklanmıştınız.
Kerem Ozan Bayraktar: Sergen’le yaptığımız sergide yaşamın tam da bu tarafı ile ilgilenmiştik.
Yani nasıl oluyor da tüm bu “cansız” malzemeler belirli şartlarda, belirli çevrelerde bir araya gelip, karmaşık bir yapıyı ortaya çıkarıyor ve canlı denilen bu yapı çevrede tekrar nasıl bir karmaşıklığa neden oluyor? Biz bu meseleye coğrafyada yaşamın kendini görünür kıldığı izler üzerinden yaklaştık. Ben yaşanabilir olduğu iddia edilen güneş sistemi dışındaki gezegenlerin medyatik sunumlarına yönelik bir çalışma yapmıştım, Sergen ise uydu görüntülerinden çöllerdeki insan yapılarını sunmuştu.
Yasemin Ülgen: “Sokak Otları” için de aynı şekilde yaşamın var oluş izlerini bitkiler üzerinden araştırıyorsun. Bu araştırma bilimsel olmasa da bilimsel verileri kullandığın bir arşiv niteliğinde demek mümkün mü?
Kerem Ozan Bayraktar: Arşiv ya da bilimsel bir araştırma yapmıyorum. Bilim insanı ya da sanatçı merakıyla gözlemler yapıyorum. Amacım zaten organizma ve çevre birlikteliğini kavramak olduğu için, ortaya çok sayıda ilişki biçimi çıkıyor. Aslında bunlar çok bariz şeyler.
Örneğin, uzun süre hareket etmemiş bir arabanın altında otlar çıkar. Arabanın hareket etmediği sadece lastiklerine bakarak da anlaşılabilir. Fakat ben otların orada oluşuna hangi çevresel faktörlerin katkı yaptığını ya da otların doğrudan çevreyi nasıl dönüştürdüğünü anlamak istediğim için, aslında gözümüzün önünde olan bu türden ilişkileri vurgulamak ve onlara etkileşimin çerçevesinden tekrar bakmak istiyorum.
Bence işin sanatsal kısmı da burası: dinamik form ilişkilerini işaret etmek. Yoksa gider biyoloji ya da ekoloji okurdum.
Yasemin Ülgen: Peki hangi bitkilerle ilgileniyorsun?
Kerem Ozan Bayraktar: Aslında çimenler, çakal otları, kangallar ya da köygöçürenler gibi “ruderal” denilen bitkilerle ilgileniyorum ve bu terim doğrudan mekânla bitki ilişkisini tarif ediyor.
Bu özellikteki bitkiler tahribata uğramış arazilerde yaşayabiliyor, bu yüzden insan etkinlikleri, bitkilerin yayılıp çoğalmalarına büyük katkı sağlıyor.
İnşaat arazileri, tarım alanları, mezarlıklar, yollar ya da terk edilmiş binalar gibi tahribatın yüksek olduğu yerlerde ortaya çıkıyorlar. İnsanlar tarafından farklı kıtalara taşınıyorlar; savaşlarla, göçlerle, kent politikalarıyla doğrudan iç içeler.
Yasemin Ülgen: Yani bu bitkiler, bugün tüm üretim ve tüketim ilişkileri bağlamında zaten tanımlayamadığımız kentlerin sınırlarını tam anlamıyla yok ediyorlar. Bu bahsettiğin yayılma nasıl gerçekleşiyor peki?
Kerem Ozan Bayraktar: Şehrin içinde farklı ışık, nem ve ısı alanları, iç içe geçmiş onlarca mikro site var. Ben tam olarak bu alanlara, farklı ölçeklerden bakmayı deniyorum.
Örneğin yollar, suyun rögarlara doğru akması için eğimlidir. Bu nedenle tohumların yol kenarlarında hayatta kalma şansı daha yüksektir çünkü bu bölgeler daha nemlidir ve alan sınırlarına yakın olduğu için bitkinin ezilme ihtimali daha düşüktür. Ve hatta eğer o yol kenarında küçük bir çatlak varsa bitkinin büyüme ihtimali daha da yüksektir. Dolayısıyla insan türünün kendi için yaptığı tasarımlar, insanın istemediği canlı türlerinin uzamla kurduğu ilişkilerde kendi çıkarlarına kullanılabiliyor.
Tersini de, yani bitkilerin yapıları değiştirmesini de düşünebiliriz. Örneğin, cennet ağacı (kokar ağaç) binalara hasar verebiliyor ya da birçok ot türü tarihi yapıları parçalıyor ve tarım arazilerini kullanılmaz hale getiriyor; buna karşın erozyonu engelleyebiliyor, olumsuz elementleri bünyesine alabiliyor vb.
Şehirleri coğrafyanın üzerine yayılmış büyük kütleler olarak hayal edin. Bu kütle sürekli hareket ediyor, yenileniyor hatta bazen yok oluyor. Sokak bitkileri de parçalanmış öbekler halinde bu kütleye entegre oluyor ve onunla birlikte hareket ediyor. Tıpkı bilim kurgu filmlerindeki akışkan yaratıklar gibi. Bu ölçekten insan ve bitki ilişkisine bakınca, artık organik, doğal, yerli, istilacı, egzotik ve vahşi gibi ikili karşıtlıkları kolay kolay kuramayacağımız bir resim ortaya çıkıyor.
Bu otları biraz da bu yüzden seviyorum. Doğa deyince sadece ormanları ve ovaları düşünen naif bir yaklaşıma izin vermiyorlar. Bu bitkilerin evi şehirler, ormanda koca ağaçların arasında hayatta kalamıyorlar. Sevmediğimiz bu komşularımızı daha yakından tanımak gerekli çünkü muhtemelen onlardan asla kurtulamayacağız.