Waterline, 2021
Aslı Uludağ & Kerem Ozan Bayraktar

As part of Istanbul Unbound: Environmental Approaches to the City, the birbuçuk collective presents the 29.9 km video program, a close reading of contemporary Istanbul through videos produced by individuals and collectives actively involved in art, academia, and social movements. The videos, which focus on the city’s history, culture, wildlife, metaphors, symbols, and ecological transformations, explore the city in the framework of political ecology and point to the striking contrasts therein. The videos are an exploration that extends from the common spaces to the invisible borders of the city, which is rapidly expanding eastward and westward of the 29.9 km long Bosporus that embodies a geographical, political, and cultural separation as well as a union.

Since 2016, birbuçuk works with the coordination of climate change and energy economist / performance artist Ayşe Ceren Sarı, environmental scientist/artist Serkan Kaptan, and curator Yasemin Ülgen.

Produced within the scope and with the support of the Istanbul Unbound: Environmental Approaches to the City conference held at the Istanbul Research Institute in April, 2021.




Bendine Sığmayan İstanbul: Kente Çevresel Yaklaşımlar konferansı kapsamında, birbuçuk kolektifinin düzenlediği 29,9 km başlıklı video programı, sanat, akademi ve toplumsal hareketlerde aktif rol üstlenen kişiler ve kolektiflerin bir araya gelerek ürettiği videolar aracılığıyla günümüz İstanbul’unun bir okumasını yapıyor. Kentin tarihine, kültürüne, yaban hayatına, metaforlarına, simgelerine ve ekolojik dönüşümlerine odaklanan videolar, kenti politik ekoloji çerçevesinde keşfe çıkarken içindeki çarpıcı tezatlara da işaret ediyor. Videolar coğrafi, siyasi, kültürel bir ayrışmanın ve aynı zamanda birleşmenin temsili 29,9 km uzunluğundaki İstanbul
Boğazı’nın doğu ve batısına doğru hızla genişleyen şehrin müşterek alanlarından görünmez sınırlarına uzanan bir keşif niteliğinde.

birbuçuk 2016’dan bu yana, çalışmalarına iklim değişikliği ve enerji ekonomisti/dansçı Ayşe Ceren Sarı, çevre bilimci/sanatçı Serkan Kaptan ve küratör Yasemin Ülgen’in koordinasyonunda devam ediyor.

İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nde gerçekleşen İstanbul Unbound: Environmental Approaches to the City (Bendine Sığmayan İstanbul: Kente Çevresel Yaklaşımlar) konferansı kapsamında ve desteğiyle üretilmiştir.

Pilot Podcast: Suyun Bildikleri
12.02.2022
Yasemin Ülgen, Aslı Uludağ, Kerem Ozan Bayraktar



Su Çizgisi, kargo gemileri ve kaya midyeleri arasındaki ilişkiye odaklanarak ekoloji ve uluslararası ticareti birbirine dolayan olay ağlarını inceliyor. Yöntem olarak estetik, teknik ve maddenin tarihselliğine yoğunlaşıyor ve gemi gövdelerinin su çizgisi altında kalan kırmızı renkli yüzeyi ölçekler-arası bir araç olarak kullanıyor.

Kargo gemileri gezegen ölçeğinde büyük mesafeler kat ederken ticari yükün yanı sıra biyolojik kütleleri de taşımaktadır. Bunlardan biri yerel dilde atırgana olarak bilinen, gemiciler tarafından da istenmeyen canlı olarak tanımlanan kaya midyeleridir. Gemilerin altına yapışan midyeler ağırlık yaparak ticareti yavaşlatır ve yakıt tüketimini artırır. Bunun yanı sıra korozyona sebep olarak bakımı güçleştirir ve gemilerin yaşam süresini kısaltırlar.

Günümüzde bu canlılarla mücadelede kullanılan yaygın yöntemlerden birisi gemi gövdelerinin genellikle kırmızı renkteki biyosit ile boyanmasıdır. Biyositin icadından önce, on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyılda İngiliz Kraliyet Donanması’nın ahşap gemilerin gövdeleri aynı amaçla bakır ile kaplanmıştır. Modern gemilerde kullanılan biyositin kırmızı rengi bakırın rengine dayanmaktadır. Gemilerdeki bakır, malzeme olarak değil, rengiyle temsil edilen bir madene dönüşmüştür.

Biyolojik kütlelerin taşınması sadece yüzeylerde değil, gemilerin dengelerini sağlamak için kullandıkları balast suları ile de gerçekleşmektedir. Larva halindeki midyelerin de dâhil olduğu çok sayıda canlının içinde yaşam sürdüğü balast suları, farklı coğrafyalarda kargo ağırlığına göre değiştirilmekte, uzun mesafeler arasında bir canlı transferine neden olmaktadır. Bu canlılar taşındıkları bölgelerde sık sık istilacı olarak kategorize edilmektedir.

Gemi gövdesindeki kırmızı ile boyanmış yüzey, bir yandan sudaki midyelerin  varlığını, diğer yandan geminin su altında kalan bölgesini işaret ederek, yük ile balast suyu arasındaki ilişkiyi; geminin batma sınırını gösterir. Bu kırmızı yüzey, teknik bir nesne olan geminin çevresiyle arasındaki dinamik sınırda ortaya çıkan, farklı aktörlerin temas halinde olduğu bir eşiktir. Bir tarafında balast suyu ve içerisindeki organizmalar, diğer tarafında ise sömürgecilik kökenli uluslararası ticareti kitleler oluşturarak tehdit eden canlıların bulunduğu kırmızı yüzey, gemi, su ve canlılar arasındaki karmaşık ilişki ağlarını görünür kılarak anlatının ana aksını oluşturur.
Waterline investigates the events that weave together ecology and international maritime commerce by exploring the relationship between barnacles and cargo ships. It focuses on the historicity of aesthethics, techniques and matter in its method of research and utilizes the red colored surface on ship hulls as an inter-scalar vehicle.

Cargo ships, travelling long distances on the planetary scale, carry not only commercial load but also biological mass. Among them are barnacles which are locally also known as atırgana. Barnacles, clinging to the bottom of ship hulls, increase the weight of the ship and cause friction which slows down trade, raises fuel consumption, leads to corrosion and, consequently, shortens the life of the ship. Hence, they are deemed an undesired species by seafarers.



One of the methods widely used to fend off these creatures is to paint the ship hulls with biocides which are commonly red in color. Prior to the invention of biocides, in the eighteenth and nineteenth centuries, wooden ship hulls of the Royal Navy were covered with sheets of copper for the same reason. The color of the biocides used today is an aesthetic representation of this material history.

Biological mass is not only carried on surfaces but also in ballast water which is used to regulate ships’ balance and depth of immersion. Ballast water, in which many organisms—including barnacle larvae—reside, is adjusted by pumping aboard seawater or discharging it in different regions according to the weight of the changing cargo. It, consequently, causes a transfer of living beings across long distances which are frequently categorized as invasive species in their new environments.

The red painted surface of the ship’s hull is a sign of the presence of barnacles in the water and marks the underwater section of the ship. It shows the relationship between cargo and ballast water—the ship’s limit of submergence. It is a threshold that emerges at the dynamic border between the ship—a technical object—and its environment—a space where different actors are in contact. It makes visible the complex relationship between ships, water and living beings, with ballast water and its resident organisms on one side, and beings that form masses and threaten colonialism-based international commerce on the other, and, thus, constitutes the main axis of the video’s narrative
.